29 Nisan 2010 Perşembe

Annem ve ben

Bugünü hatırlıyorum. Mutfakta bişeler yemiştik Mine aplada karşımızdaydı. Biraz duygulanıp ağlamıştık

Barcelona 1-0 Internazionale maç yazısı

Barcelona 3-1 in rövanşında kendi evinde Madrid aşkına sahaya çıktı.  Taraftarlarda yönetim ve topçuların çağrısına uyup erkenden gelip hınca hınç doldurmuşlardı tribünleri.
Maç başlarken Deniz "Pedro'yu sevdiğini" söyledi. "Geleceğin topçusu" dedi. Maça Barcelona başladı.
 
Maçı İlker Yasin sundu, Hikmet Karaman yorumladı. Karaman'ın yorumları hem sesinin kısık olması hemde mikrofona uzaktan konuştuğu için hiç anlaşılmadı. İlker Yasin zaten bildiğiniz İlker işte. Ona yorum yapmak istemiyorum sanırım gördünüz, duydunuz...
Maçı İsmet Çakar, ben, Deniz, sevgilim, Osman, Ali beraber izledik. İlk yarı sonunda sevgilim sıkıcı futbola dayanamayarak eve gitti.
Ali "3 fark olur, hele ilk 10 dakkada 1i atarsa felaket maç olur" dedi... (tabiki Barça) Maçta Barça'nın top hakimiyeti %75 ti. İstatiskler hep Barça'dan yana.
Maç boyunca izlemesi pek keyif vermeyen futbol vardı. Barça maç boyunca pas yaptı, çoğundada başarılıydılar. Taraftarın sesi pek duyulmadı bi golden sonra havaya girip takımlarına destek olup, baskı yaptılar. İnter kesinlikle gol atmaya gelmemişti. Amaçları gol yememekti yada olabildiğince geç yemekti. Futbol oynanan alanı daralttılar. Profesyonelce zaman geçirmenin bokunu çıkardılar. Baya yatan oldu. Ceza sahasına hep ortadan yaklaştılar. Kalabalık ortayı açmak için hızlı pas yapıp kenarlara doğru oynamaya çalıştılar. Barcelona son vuruşlarda başarısızdı. Çünkü hep yakınlarında onları rahatsız eden en az 1-2 İnterli vardı. 27. dakikada Motta 2. sarıdan kırmızı gördü. Şimdi olaylar çok değişti dedik. Ama İnter'de hiç bir değişiklik olmadı 10 kişi olmaları hiç bir dezavantaj yaratmadı. Ev sahibi karşı defansı hiç açamadı. İlk yarıda Messi ceza sahası çizgisine paralel gidip direğin dibine güzel vurduğu topu kaleci Julio Cesar iyi çıkardı. Sonradan giren Bojan'ın kafayla vurup direğin dibinden giden topu kaçan önemli pozisyondu. Bitime 6 dakika kala Piquet ceza sahasında zor pozisyonda 2-3 kişiyi yatırıp, dönüp vurdu. Güzel gol oldu. Golden sonra bişey yapamayan Barcelona'nın Barnebeu'da final oynama hayalleri suya düştü.
Maçın hakemi, şampiyonlar liginde şimdiye kadar izlediğim en kötü hakemdi. Kararlarının çoğunu çözemedim. Autu korner verdi, taçları ters gösterdi, verilenler hep İnter'in avantajınaydı. Bence kırmızı kart hatalıydı. ilk yarıda ceza sahasında İbo'nun formasının yırtıldığı pozisyonu İspanyol televizyonu yakalayamadı. İç güdülerim o pozisyonun penaltı olduğunu söylüyor. Onun dışında ceza sahasında verse bişey diyemiceğimiz penaltı pozisyonları oldu, hakem devam dedi. Hakemin en dikkatimi çeken hareketi, daha ilk yarıda zaman geçirmek için yavaş hareket eden kaleci Cesar'ı önce uyarıp sona sarı kart göstermesiydi. Genelde kaleciler geciktirmeyi maç boyunca yaparlar ve 80 den sonra sarı kart görürler bizim ülkemizde. 
 
Maç sonunda üzülen taraf ev sahibiydi. Sevinen İnter oyuncularını sulama fıskiyeleriyle ıslattılar. Hoş bi hareket değildi. Mourinho'nun adeta golcü gibi koşarak seyircisine gitmeside hoş bi görüntüydü.
İnter'in ilk maçtan uygulamaya koyduğu ve başardığı, işi son maça bırakmama taktiği tutmuş oldu. Barcelona uzay takımı diyodum. Ama gördük ki onlarında geliştirmesi gereken yanları vardı. Ömer Üründül'ün deyişiyle, maçı ancak bölüm bölüm forse edebildiler. Bu szeon uzun aradan sonra soyunma odasına üzgün gittiler. Baya üzgün(: 
Barcelona Barnebeu'da kupa finalinde olamayacak. Finalin adı: Bayern Münih - İnter.
Camp Nou '09

27 Nisan 2010 Salı

Balıkgözü -2

 Bi 36lık filmi daha banyo ettirdim... Beendiklerim bunlar işte...

İnşaat -2


Ben bu bina manzaramızı kapatıcak diyorum...
Babamda belki sokaktaki rüzgarı keser diyo...

"çilek" ve "çelik" diyarı

23Nisan tatilini fırsat bilip Ereğli'ye gitceğimizi söylemiştim ya, budur onun yazısı:
Çeliğini gördük ama çileğini yiyemedik, sezonu değilmiş. Yiğit abi saolsun manavdan çilek alarak isteğimizi bastırdı en azından.
Babamla ve arabayla gittik. İstanbul'dan gitmesi çok kolay: 2. köprüden geçip TEM'e giriyorsunuz... Ardından Düzce çıkışına kadar devam ediyoruz... Düzce şehir merkezine girmeden, yeni yapılan yoldan direk Akçakoca, Ereğli ve Zonguldak tabelalarını takip ederek, Akçakoca ve Alaplı üzerinden 2 sigara molalı yaklaşık üç buçuk saatte varıyorsunuz. Şansımıza hava süperdi. İyiki şortla gitmişim... Yolda bi süre sonra İstanbul radyoları çekmemeye başladı bizde yerel radyoları tercih ettik tabikiyle. Radyolardan aklımda kalan Alaplı radyosu oldu. Adını hatırlamıyorum ama frekansı aklımda: 92.4. Dinlediğimiz süre boyunca 4-5 tane apaçi dj onur mixi çalarak, Alaplı gençlerinin müzik tarzını anlamamızı sağladı. Bi ara TRT Fm dinliyoduk bu linkteki güzel şarkı çaldı bence dinleyin.
Tekirdağ merkez ile benzer bir yerleşimi var Ereğli'nin. Zonguldak'ın gördüğüm ilçeleri arasında il olmayi en çok hakedeni(Çorlu misali) ama, burası yada Çorlu il olsaydı Zonguldak yada Tekirdağ diye bir şehrin olmasına gerek kalmazdı sanırım. Kısaca Kdz. Ereğli olarak da bilinir. Belediye başkanı cana yakınlığı ve magazine olan ilgileriyle ilçeyi hep gündemde tutmuştur. Geçen yaz hamsi festivalinde kameralar önünde Posbıyık başkan halka kendi elleriyle hamsi dağıtmıştı mesela. Aynı sene içerisinde 3 festival yapılır. Haziran ayında "Çilek Festivali" temmuz ayında uluslararası "Sevgi, barış, dostluk festivali" ve aralıkta "Hamsi festivali"... Söylentiye göre Belediye Başkanı Posbıyık, Michael Jackson'dan ölmeden önce Ereğli'nin bir festivaline katılmak için söz almıştır. Tüh be... Ereğli, şimdiye kadar gördüğüm yerler içinde kişi başına en çok otomobil düşen ilçemizdir bu arada.
Sahil kenarında olmasının avantajını kullanmaktadır. Şehir girişinde irili ufaklı tersaneler var. Eskiden balıkçı tekneleri yapılırken şimdilerde elektrik aksamı dahil olmak üzere büyük boyutlarda yük gemileri yapılıyormuş... Şehirde kıyı şeridinde parklar, çay bahçeleri, yürüme yolları var. Tam piyasa mekanı. Günü birlik geziler için idealdir Ereğli.
Yemek konusunda balık,pide gibi iki farklı ve güzel seçiminiz vardır. Biz ilk gün şehir içindeki limanda, (gümrüğün yanında) Engin Balıkçılık'ta kalamar, mezgit, barbun, levrek gibi su ürünlerinden oluşan ziyafet yaptık. Rakıyı söylememe gerek var mı ki? Sonraki günde pide yedik. Pide zayıftı bence geçende yediğimiz yer daha güzeldi. Pideyi zayıf geçiyorum o yüzden(:
Futbol dışında sporlara verdikleri destek şaşırtıcıdır. Halkta yapılan yatırımları boşa çıkartmamaktadır. Yiğit abide basketbol takımı maçlarına kombine bilet alarak destek olmuştur. Halk baya alakalı yapılan maçlarla. Ereğli'ye önceden gittiğimizde Yiğit abi bizi basket maçına götürmüştü bu sefer gidişimizde şansımıza Efes Pilsen ordaydı fakat programımıza uymadı (sağlık olsun).
Erdemir gibi Türkiye'nin büyük ve öncü kuruluşların dan birinin bulunduğu ve hayat verdiği ilçedir. Erdemir Türkiye'nin en büyük demir çelik fabrikasıdır. Önceleri nüfusun %75 i bu fabrikada çalışırmış. Yiğit abilerin evin nüfusunun %33'ü orda çalışıyor. Yakında oran düşüceğe benziyo(: 
Girişinde "Çileğin en lezzetlisi, çeliğin en sertinin kenti ereğli'ye hoşgeldiniz" yazıyor...
Not: Babamında avantajını kullanarak bu sefer gayet iyi ağırlandık. Seviyorum Ereğli'ye Yeşim apla hamileyken gitmeyi, çünkü Yiğit abi yapıyor çoğu istediklerimizi... Yeşim aplaya yük olmuyoruz...
Teşekkürler Yiğit abi(:

ince ayrıntılar -5

bi yastıkta kocamak...

25 Nisan 2010 Pazar

Life Coach

Geçen gün Hürriyet'te bi abla gördüm... Rebekah Vanderberg... Kendisi "life coach"muş... Mesleği bu yani...
life = hayat , yaşam
coach = antrenör, özel hoca
Tam Türkçeye çevrilmiş bu title(!)ın anlamı: "yaşam koçluğu"dur...
Napar bu Life Coach'lar?
Kısaca tavsiyeleriyle kişinin hayatını düzene sokmasına yardımcı olmaya çalışan insan evladına yaşam koçu deriz. Aslında bu meslek Dünya'nın en dandirik mesleğidir. Bedavadan ve baya para kazanır bunlar. "Al ben yemedim, sen ye" hesabı... Güzel gaz verirler...
Buraya kadarkiler benim yorum ve açıklamalarım onlara göre şöyleymiş:
Sizi tanıyıp, ne istediğinizi gören, dışarıdan baktığı için objektif olabilen, seçenekleri sizin için araştırıp vakit kazanmanız için daraltan, yaşamdaki becerilerinizle ilgilenen antrenörmüş.

Bu web adresinden sizde yaşam koçluğu desteği alabilirsiniz...
Asıl konumuza gelecek olursak: Rebekah ablamız İstanbulda'ymış kısa bi süredir... Tekofaks'ın sahibinin kızı aracılığı ile gelmiş ülkemize... Nette tanışmışlar falan filan... Sanırım kızı ağına düşürmüş... Bu aralar babasını, Ayhan Bermek başta olmak üzere birilerini gazlıyormuş... Baya zengin adamdır sayın Bermek, bu işler onlar içindir zaten; zengin, amaçsız ve zamanı bol insanlar...
Vanderberg hanımda para almaksızın bizlere ruhsal bahar temizliğinin nasıl yapıldığı konusunda tüyolar vermiş:
  1. Gününüz sabah kalktığınızda değil, gece yattığınızda başlar. Yastığa başınızı koyduğunuzda gününüzü gözden geçirin ve olumlu bir şekilde yeniden kurgulayın. Bilinçaltı çocuk gibidir, bazı şeyleri bıkıp usanmadan tekrarlamalısınız.
  2. Sizi sürekli yargılayan ve eleştiren iç sesiniz aslında egonuz. Onu susturmak epeyce zor ama en azından ciddiye almayabilirsiniz. Egonuzun Mickey Mouse sesiyle konuştuğunu hayal edebilirsiniz mesela.
  3. Aynanın karşısına geçin ve güne kendinizi sevdiğinizi söyleyeyen ve olumlayan cümlelerle başlayın. Beynimiz ve sinir sistemimiz konuşmalarımızdan etkileniyor. Sarf ettiğimiz her sözcük bir heykeltıraş gibi hayatımızı biçimlendiriyor.
  4. * İçinizde ne kadar büyük ve sonsuz bir güç olduğunu tahmin edemezsiniz. Onu harekete geçirmek için elinizden geleni yapın. Bu güçle temas kurduğunuzda çok daha enerjik olursunuz. Üstelik daha çok eğlenirsiniz.
  5. Motivasyon yerine esinlenmeyi seçin. Motivasyon için başkalarına bağımlısınız; oysa başta doğa olmak üzere her şeyden ve herkesten ilham alabilirsiniz.
Bu arada:
Bu kurbanda bu koçlardan kesmek istiyorum...
Bide:
Bi yaşam koçuna sahip olmak kişiye yararlıymış gibi gözükse de kendi sorunlarını çözme ve yaşam becerilerini geliştirmesine engel olabilir ve kişinin daha da yönetilebilir bir kişi olmasına sebebiyet verebilir.
Ayık olmak lazım...
Not:
Resimdekiler insanın ruhuna en iyi gelen şeyler sanırım. Yerler koçu, moçu...

23 Nisan 2010 Cuma

23Nisan

Öncelikle bayramınız kutlu olsun. 23 Nisan orjinalinde Atamızın çocuklara armağan ettiği bir bayramdır. TBMM'nin açılışının yıldönümüdür. Her ne kadar blogumu ufaklıklar takip etmesede bir kutlama gerekirdi. Her ne kadar bayram çocukların olsa da tatil ortak, hem büyüklere hem küçüklere.
Resmi tatildir bugün, aslında ertesi günde tatildir ama bu sene cumartesiye heba olmuştur.

2007 ylında 23 Nisan'da "Kuran Okuma Yarışması" yapılmıştır. Ayıptır. 

23Nisan'ın formatına uymamaktadır.
Kısaca:
Bugün 23Nisan,
İman doluyor insan...

Nisan bahar yağmurlarının görülebilceği bi aydır. Aynı Kurban Bayramları gibi yağmur yağmayan 23Nisan pek nadirdir. 23Nisan törenleri genellikle ertelenir yada kapalı bi yerlere alınır. Ertelenip sonradan yapıldığında normalindeki tadı olmamaktadır tabi.
Milli Piyango 19Nisan'da yapılması gereken çekilişi özel çekiliş olarak 23Nisan'da iyi bir ikramiyeyle yapar
Bu yurtdışından gelen çocuklar vardır bide. Çocukken bizim evede bi kız öğrenci düşsün isterdim. Düşse hiç fena olmazdı tabi. Nasıl yapılırdı o hiç bilmiyorum ama. Acaba önceden isim yazdırmak falan mı gerekiyordu? Ondan mı düşmedi bizim eve? Düştüde karşı komşu mu kaptı? Bu arada seçim hakkımız varsa rus olsun...
Saçma ve luzumsuz olan bir uygulamada 23Nisan'larda makamlara çöken çocuklardır. Oturmakla kalmaz bide bilmiş bilmiş konuşurlar. Genellikle ailesi yada öğretmeni tarafından ezberletilmiş yalaka cümleler kurar, zırvalarlar...
Bu arada:
23Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı namazı var mı? Saat kaçta?
Bide:
Bugün 23Nisan oha falan oluyor insan...

İnşaat-1

Geçen hafta başladılar bu inşaatı yapmaya. Önümüzdeki güzelim boğaz manzarasını kapatıcağına inanıyorum bakalım neler olacak...?

bu hafta sonu

Bu hafta sonu Business League tatil, maç yok. Bende babamla bunu fırsat bilerekten "çileğin en lezzetlisi ve de çeliğin en sertinin kenti" Karadeniz Ereğli'ye gidiyorum. Bi kaç gün bloga bişeler yazamıyabilirim, idare edin. Alttaki fotoğraf bi kaç yıl önce Ereğli'ye gittiğimizde yukardan Erdemir manzarasıyla çektirdiğim bi fotoğraf...

haftalık iddaa tahminim

Geçen hafta yaptığım başarısız tahminler için özür dilerim... Ama alt tarafa tutmayabilecek maçlar diye bi cümle ekleyerek uyarmak istemiştim zaten... Tutmayan maçlarda orda yazdıklarımda var zaten... Gelelim bu haftakilere:
Beşiktaş - Sivasspor 1
Denizlispor - Ankaragücü 10
Gençlerbirliği - Antalyaspor 10
Kayserispor - Manisaspor 12
Gaziantepspor - Büyükşehir Belediye 0
Kasımpaşa - Fenerbahçe inşalla 2
Galatasaray - Bursaspor 0
Eskişehirspor - Trabzonspor 0
Bu hafta tutmayabilecek maçlar diye bişey yazmıyorum, onlarıda siz bulun artık...

22 Nisan 2010 Perşembe

şiir gibi...

 Şükrü Saraçoğlu Stadı
Fenerbahçe - Beşiktaş
Alex de Souza
2. dakika

Hasankeyf yok olmasın...

Geçen gün okulda flyer dağıtıyorlardı ordan dikkatimi çektiler...
Kısaca olay şöyle:
Ilısu Barajı Projesi nedeniyle sular altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya olan Hasankeyf ve Dicle Vadisi, UNESCO Dünya Mirası kriterlerinin onda dokuzunu sağlayan dünyadaki tek doğa ve kültür mirası.
Böylesine önemli bir "Dünya Mirası"nın yok edilmesini kabul etmeyen Avrupa bankaları Ilısu Baraj Projesi'nden çekilirken, Türkiye'nin en "çevreci" bankası olarak bilinen Garanti ve "kültürel sorumluluk çalışmaları" ile tanınan Akbank, baraj için yabancı bankaların bile vermediği krediyi veriyor, Hasankeyf'in yok oluşuna önayak oluyorlar.
Akbank ve Garanti Bankası projeden çekilmek için daha ne bekliyor?
Sesini duyur! Bankaları durdur!
Ayrıntılı bilgi ve yapabileceklerimiz burada...
Zaytung' da çıkan habere(!) göre "art arda gelen yumruklu saldırılar üzerine AKP, Kızılcahamam Kamp Programına savunma sporlarını da ekleme kararı almış"...
Haklılar ama...
Fotoğraf AA'dan...
Taner Yıldız'a geçmiş olsun dileklerimizle...

21 Nisan 2010 Çarşamba

Nice senelere babacım...

Dün akşam seçkin bi kalabalıkla babamın doğum gününü kutladık... 
Soldan Sağa (hepsi oturuyo yada çökmüş pozisyonda):
ben, sevgilim, ahmet amja(başkan), sevim teyze, adil, babam, ali, dilek, osman...
 Doğum günün kutlu olsun,
Mutlu ol senelerce,
Sana boncuktan kuş yaptım,
Konacak pencerene.
Aslında yaş ilerledikçe başkalarının sizi kutlayarak hatırlatması biraz üzücü olan gün. Abartılı, çığlık çığlığa partiler olmadan, sadece aranıp sorulduğu, hatırlandığı sürece mutlu olunan gün... Bir başlangıç günüdür. 365 günün icinde en fazla ilgi görülen gündür. Diğer günlerden pek bir farkı yoktur. Sadece yıllar önce o gün doğmuşsunuzdur ve hayat devam etmektedir. Ama hatırlanmak güzel şey... Son zamanlarda insanların sms attığı, facebooktan görüp duvarına yazdığı bir halini almaktadır... Facebooktan hatırlama, kutlama sayılmamaktadır...
Ayrıca:
Nasıl banka gecikmiş faturaları alıyosa,
Bizde gecikmiş hediyeleri kabul ediyoruz...
Doğum günü pastası kulakta olur mu? Kulakta bi dilim pasta...
Pasta doğum günü kutlamalarının olmazsa olmazlarındandır... Ritüelidir... Burda bi uyarı yapmam gerekir ki mumu direkt pastaya saplamayın çünkü zamanla eriyen mum pastaya doğru akar ve o dilimi ev sahibinin yemesi gerekir (nezaketen).

20 Nisan 2010 Salı

Bob Marley

Seviyoruz seni Bob abi...
Banada uzun saç yakışıyo sanki ya...
Ne dersin?

İstanbul'da Lale Zamanı'ymış

Osmanlı İmparatorluğu'nda bir döneme adını veren ve şairlere ilham kaynağı olan lale, bu yıl da İstanbul'un merkezi meydan ve parklarını rengarenk süslüyor...
İBB 2004 yılında başlatılan “Lale Anayurduna Dönüyor Projesi” kapsamında her yıl lale soğanı dikmeye devam ediyor. Bu yıl da, 2009'un Kasım ve Aralık aylarında yaklaşık 9 milyon 300 bin adet lale soğanı dikimi yapılmış.
(alıntı)Seneye projenin tanıtımı için Ajdar'ın Taksim'de bir konser vermesi hoş olur diye düşünüyorum...
Lale lale lale,
Dane don dale,
Taksim'i donatsan lale.
Hale jale lale,
Üçüde şeker pare,
Kon kon lale.
İstanbul’un 6 yıl boyunca lalelerle donatılması, Lale Devri nostaljisinin parasal karşılığı 670.5 milyon TL'ye mal olmuş.
Yılda 15-20 gün görebildiğimiz laleler için 6 yılda harcanan para ile İstanbul’a 16 derslikten 553 ilkokul yapılabilirmiş, ya da yine 16 derslikli 415 lise, orta ölçekli 42 özel üniversite açılabilirmiş. Ya da 70 yataklı 638 hastane açılabilir, 29 yangın söndürme uçağı alınır, Bodrum ölçeğinde 3.6 havaalanı inşa edilebilir, 45 kilometrelik metro yolu döşenebilir, 450 deniz otobüsü, en lüksünden 12 feribot alınabilirmiş...
Altın Lale vardır bide: İstanbul Film Festivali'nde uluslararası yarışma bölümünde en iyi uzun metrajlı filme verilen ödül. Bu sene altın lale pek yapmadı sanırım, festivalde demirden yapılmış kopyasını verdiler(:
 MFÖ'nün Sarı Laleler şarkısı vardır bide...
Geçen gün sevgilimle gelenekselleşmiş Emirgan Lale Bahçesi gezimizi tekrarladık... Bu sefer Ali ve Emel'de bizimleydi. Her geçen sene güzelleşiyor, kalabalıklaşıyor bahçe ya... Belediye her yere görevli (güvenlik) koymuş, trafiğin biraz olsun sıkışmasını engellemek için... Köşkler tıka basa dolu... İçeride dışarıda oturucak yer yok... Piknik için ayrılan alanlar çoğaltılmış, gölgelikli banklar gayet güzeldi... Baya insan vardı piknik yapmaya gelen... Her sene hafta içi giderdik ama hep çoğalma var gelen sayısında... Kolbastı oynayan, terli, başörtülü kızlar gözümün önünden hala gitmedi... Parkta sincap bile gördük...

Bu arada:
Ne lalesi..?